2 Şubat 2013 Cumartesi

Psikoloji 8. ünite özeti

Pazarlama iletişimi , tüketici davranışı ve ikna psikolojisi
Pazarlama iletişimi ile ilgili anahtar kavramlarını tanımlamak.
Pazarlama, bireysel ve örgütsel ihtiyaçları ve is­tekleri tatmin etmek üzere, belli bir bedel karşı­lığı değiş-tokuş edilecek fikirlerin, mal ve hiz­metlerin biçimlendirilmesi, fiyatlandırılması, ta­nıtılması, dağıtımı gibi süreçlerin araştırmaya ve planlamaya dayalı şekilde yönetilmesidir. Pazar­lama iletişimi müşterilerin isteklerini ve ihtiyaçla­rını teşhis etmek, uyarmak veya tatmin etmek için markalarla ilgili bilginin ve anlamın kitlesel ve birebir iletişim araçlarıyla aktarımıdır. Pazarla­ma iletişimi reklam, satış promosyonu, doğrudan pazarlama, kişisel satış ve halkla ilişkiler olmak üzere beş unsurdan oluşmaktadır.
Tüketicierin davranışları ile ilgili karar verme sürecinde geçtikleri adımları ve bu süreci etkileyebile­cek bilişsel ve psikolojik etmenleri tanımlamak.
 Tüketici davranışı, insanların ihtiyaçlarını ve is­teklerini tatmin etmelerini sağlayacak mal ve hiz­metleri aramaları, seçmeleri, satın almaları, kul­lanmaları ve çöpe atmalarını kapsar. Bu süreç beş temel basamaktan oluşmaktadır: 1) problem teşhisi, 2) bilgi arayışı, 3) alternatif değerlendir­me ve bütünleştirme, 4) satın alma kararı, 5) sa­tın alma sonrası değerlendirme.
Tüketicilerin davranışlarını etkileyebilecek çeşitli psikolojik ve bilişsel etmenler arasında güdüler, algılar ve tutumlar bulunmaktadır.
Güdüler (motivasyonlar) satın alma davranışını başlatan, satın alma amacını ortaya çıkaran ve in­sanı eyleme yönelten güçlerdir. Algılama, duyu organlarına çarpan çevresel uyaranların farkına varılmasını ve yorumlanmasını ifade eder. Tu­tumlar ise bireylerin nesneler ve durumlar hak­kında yaşantı ve deneyimleri sonucunda edin­dikleri sürekliliği olan düşüncelerdir.
Tutumların işlevlerini ve tüketicilerin karar verme sürecindeki yerini açıklamak.
Tutumların bireyler için çeşitli işlevleri vardır. İş­levsel Tutum Kuramları bu işlevleri 1) yararcı iş­lev, 2) değer ifade eden işlev, 3) ego savunucu işlev, ve 4) bilgi kazandırıcı işlev olarak dört ka­tegoriye ayırmıştır.
Tutumların üç bileşeni bulunmaktadır: Bilişsel (inançlar), duygusal (yargılar) ve davranışsal (eği­limler). Çok Özellikli Tutum Modeli’ne göre tü­keticilerin bir ürünü satın almak gibi bir davra­nışta bulunma ile ilgili tutumları, tüketicinin o davranışta bulunmanın yaratacağı sonuçlar (s) ile ilgili inançları (i) ve bu sonuçlar (s) hakkında- ki yargısı (y) sonucunda oluşur.
Tutumlar ile davranışlar arasındaki ilişkiyi incele­yen çeşitli davranış modelleri arasında öne çıkan bir model Planlanmış Davranış Kuramı tarafın­dan sunulmaktadır. Bu modele göre bir kişinin bir davranışta bulunma eğilimini etkileyen üç ana etmen bulunmaktadır: tutumlar, öznel normlar ve davranışsal kontrol algıları.
Hatırlanması gereken bir nokta, davranışların Planlanmış Davranış Kuramı’nın öngördüğü ka­dar detaylı bir düşünme (tutumları, inançları tart­ma) süreci sonucunda ortaya çıkmak yerine ani kararlar sonucunda ortaya çıkabileceğidir.
 Tutumların değiştirilmesinde kullanılan iletişim stratejilerini tanımlamak.
Pazarlama iletişimi ve reklam için yapılan har­camaların önemli bir kısmı tüketicilerin tutum­larını ve inançlarını değiştirmeye yönelik kam­panyalar içindir. Planlanmış Davranış Kuramı gibi kuramlar çerçevesinde tüketicilerin tutum­larını değiştirmeye yönelik dört ana stratejiden bahsedilebilinir.
1.     Tüketicinin çeşitli ürün özelliklerine atfettiği de­ğeri değiştirmek
2.     Marka hakkındaki inançları değiştirmek
3.     Marka tutumlarını (değerlendirmeleri) değiştirmek
      4.     Davranışsal eğilimleri ya da davranışları değiştirmek Sosyal Yargı Kuramı’na göre, bireylerin bir konu ya da nesne hakkındaki tutumları kendilerini o konu ile ne kadar bağlantılı gördükleri ile yakın­dan ilgilidir. Bu kurama göre, bireylerin tutumla

rı üç alandan birinde olacaktır: 1) kabul etme alanı, 2) bağlantısızlık alanı, ve 3) reddetme ala­nı. Bireyler için makbul olan, kendilerine sunu­lan savların kabul etme alanı merkezine yakın olmasıdır.
Detaylandırma Olasılığı Kuramı’na göre iknaya yönelik, merkezî ikna yolu ve çevresel ikna yolu adı verilen iki yol bulunmaktadır. Merkezî ikna yolu söz konusu olduğunda ikna edici iletişimin içeriği (verdiği bilgilerin kalitesi) önem kazan­makta iken çevresel ikna yolu söz konusu oldu­ğunda tüketicinin yüzeysel ipuçları (reklamda çekici bir model kullanmak, görsel ve ses kurgu­su güzel bir reklam filmi yapmak gibi) ile ikna edilmesi daha mümkün olacaktır.
Denge Kuramı’na göre bireyler tutumlarının bi­lişsel ve duygusal bileşenlerinin birbirleri ile tu­tarlı olmasına çalışırlar. Tutumları değiştirmeye yönelik iletişim stratejileri sıklıkla bu iki bileşen arasında dengesizlik yaratarak kişilerin tutumla­rında değişiklik yaratmaya çalışır.
Bilişsel Çelişki (Uyumsuzluk) Kuramı’na göre ki­şiler bilişsel tutarsızlığa neden olan durumlarla karşılaştığında bu tutarsızlığı gidermeye çalışır­lar. Bu çerçevede, pazarlama iletişimi açısından önemli olan bir kavram satm alma sonrası uyum­suzluktur. Bu kavram tüketicilerin satın alma dav­ranışı sonrasında yaptıkları seçimden şüphe duy­maları ile ilgilidir. Pazarlama iletişimi açısından, marka hakkındaki tutumların davranış sonrasın­da da olumlu tutulması önemlidir.
Pasif Öğrenme Kuramı’na göre, genel kanının tersine, öğrenme her zaman kişilerin önceden planlayarak yaptığı bir şey değildir. Pazarlama iletişimi açısından pasif öğrenme kavramı davra­nışı tetiklemek için tutumda değişiklik yapılması­nın gerekli olmayabileceğini göstermektedir. Reklamları seyrederken daha önce duymadığı bir markanın varlığından haberdar olan bir tüketici için bu bilgi markayı denemek için yeterli olabi­lir. Burada da önemli olan satın alma davranışı sonrasında tutumların olumlu kalmasını sağlaya­cak iletişim stratejilerinin kullanımıdır.

Psikoloji 7. ünite özeti

Örgütsel davranışa giriş
Örgütsel Davranış’m kapsamını tanımlamak ve güncel gelişmelerin hangi konulan ön plana çı­kardığını tespit etmek.
Bu bölümde, Örgütsel Davranış’ın inceleme ala­nına giren, farklı bilim dallarından gelen kavram- laştırma, bilgi ve bulgularla şekillenmiş bazı ko­nuları ele aldık. Örgütsel Davranış, çalışana ait özellikler (örn. kişilik), grup dinamikleri ve kişi- lerarası etkileşimle ilişkili konular (örn. liderlik) ve örgütlerin bütünüyle ilişkili meseleleri (örn. örgüt kültürü) kapsayan, geniş bir çalışma alanı­dır. Özellikle karar verici konumundaki kişilerin Örgütsel Davranış konularına bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşması önemlidir. Değişen dünyada, farklılaşan iş yaşamı koşullarında hangi gerekle­rin ön plana çıktığını, çalışanların ve yöneticile­rin ne tür donanıma, hangi yetkinliklere sahip olması gerektiğini sorgulamalıyız. Uluslararası iş ortaklıklarının arttığı çağımızda, kültürel zekâ gi­bi konuların ön plana çıkacağını beklemeliyiz. Çağımızın bir başka zorunluluğu, örgütün başa­rısı ile çalışanların memnuniyeti arasında bir ter­cih gözetmeyen, eşitlikçiliği ve katılımcılığı ön koşul olarak kabul eden bir yönetim anlayışını yaygınlaştırmaktır.
Çalışma koşullan, yönetim unsurları ve kişisel özelliklerin etkileşiminin örgüt içi davranışları nasıl belirlediğini çözümlemek.
Doğru karar verebilmek hem kişiler hem örgüt­ler için önemlidir. îş hayatında alınan birçok ka­rar ilk başta sağlıklı gibi durmakta ancak daha sonra bu kararların eksik ya da yanlış olduğu gö­rülmektedir. Kişilerin koşullanmaları ve önyargı­ları çoğu zaman karar süreçlerini olumsuz etki­ler. Öte yandan, kullanılabilecek bilginin ve kay­nağın sınırlarının olması rasyonel karar vermeyi zorlaştırmaktadır. Alınan kararların çok büyük bir kısmında, en doğrusunun değil, var olan ko­şullar altında en kolay kabul görebilecek seçene­ğin hayata geçtiği görülecektir. Yine de, yapabi­leceğimiz yanlışların ve bizi sınırlayan kısıtlama­ların farkında olmak, karar süreçlerinin daha sağ­lıklı yürütülmesi bakımından elzemdir. Doğru kararlar alabilmek için, hedeflerin açık bir şekil­de belirlenmesi, gerekli bilgi ve verilerin derlen­mesi, geniş bir katılımla seçeneklerin oluşturul­ması, her seçeneğin artılarının ve eksilerinin tar­tışılması, karara varıldıktan sonra bunun davranı­şa aktarılması ve elde edilen sonuçlar üzerinden bir değerlendirme yapılarak öğrenme sürecinin hızlandırılması gerekir.
Bireysel veya grupla alınan kararlarda hatalan azaltmak için dikkat edilmesi gereken unsurları saptamak.
Gözlemlediğimiz bir davranışın ya da sonucun nedenlerini anlamak için, içsel ve dışsal tüm be­lirleyenleri değerlendirmek gerekir. Örneğin, duygusallığı yüksek olan kişilerin baskı altında vereceği tepkinin diğerlerinden farklı olması bek­lenir ve iş stresiyle ilgili araştırmalarda kişilik ço­ğu zaman ana değişkenler arasında kullanılır. An­cak, iş stresi yalnızca bir kişilik meselesi değildir. îş tanımlarındaki eksikler, ağır iş yükü, yeni tek­nolojilerin getirdiği belirsizlikler, yöneticinin ça­lışanlara yaklaşımı, çalışanlar arasında dayanış­ma olup olmaması ve benzeri birçok değişken stres düzeyini etkilemektedir.
 Liderlik kuramları arasındaki farkları ayırt et­mek; dünya çapındaki liderlerin hangi özellikle­re sahip olması gerektiğini tartışmak.
Liderlik, kişileri bir araya getirme ve belirli he­defler doğrultusunda yönlendirme becerisi ola­rak tanımlanmaktadır. Klasik liderlik kuramları, karizma, coşku, cesaret benzeri özelliklerin ara­yışı içinde olmuştur ancak daha kapsamlı çözüm­lemeler yapabilmek için, liderin ortaya çıktığı ko­şulları ve gruptaki kişilerin özelliklerini de ince­lemeye almalıyız. Dünyanın hemen her yerinde bir liderden ileri görüşlü, zeki, güvenilir ve ka­rarlı olması beklenmektedir. Değişim ihtiyacının yüksek olduğu günümüz koşullarında karşımız­da çıkan kavram ise dönüştürücü liderlik olmak­tadır. Dönüştürücü liderlik, geleceğe odaklı, ta­kipçilerine hem güven hem ilham veren, kişile­rin zihinsel ihtiyaçlarına odaklanan, yaratıcılığı artıran, yüksek idealleri vurgulayan bir liderlik olarak tanımlanmaktadır.

Örgüt kültürünü sınıflandırmak.
Örgüt kültürü, yüzeydekilerden derine, farklı bir­çok unsurdan oluşur. Yönetim düşünürleri örgüt kültürlerini sınıflandırmak için, yapının ne dere­ceye kadar hiyerarşik olduğunu, yapılan faaliyet­lerin risk düzeyini, çalışanlara mı görevlere mi odaklanıldığını gösteren ve bunlara benzer de­ğişkenleri kullanır. Bu tartışma içinde, bir ülke­deki egemen kültürün örgütlere ne derece yan­sıdığı sorusuna da cevap aranmaktadır. Örgüt kültürü dendiğinde, çalışanların çoğunluğu tara­fından paylaşılan temel değerler akla gelir. An­cak, hiçbir örgüt tamamıyla aynı yapıda değildir ve alt kültürlerden oluşur. Alt kültür, örgüt çalı­şanları arasında sadece belli bir grup tarafından paylaşılan değerleri temsil etmektedir. Örgütsel Davranış başlığı altında ele alınan konuları iyi kavramak kadar, tüm meselelere eleştirel bir göz­le bakmak da önemlidir. Örgüt kültürünü dura­ğan olmayan, toplumsal kurallar, kurucuların zih­niyeti, çalışanların taşıdığı değerler ile işin ve ça­ğın gereklerinin etkileşimiyle yaşayan bir orga­nizma gibi görebiliriz.


Psikoloji 6. ünite özeti

Çalışma psikolojisi ve endüstri ilişkilerinin doğası
Çalışma psikolojisi alanını ve amaçlarını tanımlamak,
Çalışma ve örgüt psikologlarının amacı insan sağ­lığını, öğrenmeyi ve yaratıcılığı gözeten, toplu­mun gelişimine katkıda bulunan adil, etik, yeni­likçi ve ekonomik anlamda başarılı örgütlerin oluşumuna katkıda bulunacak araştırmalar yap­mak ve uygulamalar geliştirmektir. Çalışma psi­kologları ayrıca çalışanların ve küçük grupların işyerinde nasıl davrandıklarını anlamaya çalışır ve işten duyulan memnuniyeti ve performansı arttırmak için uygulamalar geliştirir.
Çalışma psikolojisi alanının ortaya çıkış nedenlerini anlatmak.
Çalışma Psikolojisi alanı sanayileşen toplumdaki değişimlerle beraber ortaya çıkan ihtiyaçlar so­nucu filizlenmiştir. Özellikle, sanayi devrimi, I. Ve II. Dünya Savaşları, bilimsel bakış açısının ba­tı dünyasında kabulü çalışma psikologlarının or­taya çıkmasına neden olmuşlardır. Bu alanın te­mellerini oluşturan iki akım ise bilimsel yönetim ve insan ilişkileri akımlarıdır.
İnsan kaynaklan politikalarının çalışanların davranış ve tutumları üzerindeki etkilerini ta­nımlamak.
Araştırmalar yüksek performanslı iş sistemle­rinin, yani birlikte kullanıldıklarında aralarında oluşan sinerji sayesinde performansı arttıran in­san kaynakları politika ve uygulamalarının çalı­şanların davranış ve tutumları üzerinde olumlu etkileri olduklarını göstermişlerdir. îş güvencesi, işe almada seçicilik, geniş kapsamlı eğitim prog­ramları, kendini yöneten takımları gibi uygula­malar sayesinde çalışanlar hem beşeri hem de psikolojik sermayelerini zenginleştirmekte ve bu­nun sonucu olarak işyerine bağlılıkları da art­maktadır. Statü farklarının azaltılmasına yönelik çalışmalar, bilgi paylaşımı, kararlara katılım gibi uygulamalar da deneyimlerden öğrenmeyi ko- laylıştırmakta ve hataların oranını azaltmaktadır.
Çalışanların iş sağlığı, iş memnuniyeti, örgüte bağlılığı ve performansı için gerekli şartları irde­lemek.
Çalışanların işyerindeki tutum ve davranışlarına onların kişilik ve yetenekleri etki ettiği gibi, işye­rinin sağladığı şartlar ve olanaklar da etki etmek­tedir. Ancak, yüksek iş tatmini, örgüte bağlılık veya iş performansı ve örgütsel vatandaşlık dav­ranışı gibi olumlu tutum ve davranışlar için daha da önemlisi kişinin bireysel özellikleri ile iş şart­ları arasında uyum olmasıdır.
Çalışan - işveren ilişkilerini farklı açılardan değerlendirmek.
Çalışan-işveren ilişkilerine tekilci açıdan yakla­şanlar bu iki grup arasında genel olarak amaç birliğinin olduğunu ve çatışmaların normal ya da sağlıklı olmadığını kabul ederler. Tekilci yakla­şım katı ve baskıcı bir yönetim anlayışına yol açabileceği gibi, işverenlerin çalışanların sendi­kaya ihtiyaç duymamaları için bireysel ihtiyaçla­rı gidermeye yönelik daha yumuşak bir yönetim anlayışına da yol açabilir. Öte yandan, çoğulcu yaklaşım, işveren ve çalışan arasında çıkar te­melli çatışmaların kaçınılmaz olduğu ve bu çatış­maların yönetim yollarının aranması gerektiği gö­rüşünü benimser.
 Sendikal örgütlerin varlık nedenlerini ve fonksi­yonlarını açıklamak.
Sanayileşmiş ülkelerde sendikaların üç fonksi­yonundan bahsedilebilir. Bunlar; ekonomik fonksiyon, demokratik temsil fonksiyonu ve sos­yal fonksiyondur. Araştırmalar, sendikaların ge­nel olarak üyelerinin aldıkları ücret ve yan hak­ları, toplu iş sözleşmeleri vasıtası ile, iyileştire­rek, onların işlerinden, aynı tip işlerde sendika­sız çalışanlara kıyasla, daha memnun olmalarını sağladıklarını göstermektedir. Sendikalar ayrıca çalışanların ortak iradesini temsil ederek yöne­timlerin fevri kararlar vermesini önlemekte ve daha iyi bir çalışma ortamı yaratarak üretkenliği arttırmaktadırlar.

Psikoloji 5. ünite özeti

Sosyal psikoloji
Sosyal psikolojinin temel ilkelerini ve insanların psikolojik ihtiyaçlarına dair başlıca varsayımla­rını sıralamak.
Sosyal psikolojinin iki temel ilkesinden birincisi, dünyayı olduğu gibi değil olduğumuz gibi gördü- ğümüzdür. Algılarımızın, beklentilerimizin, şema­larımızın kendi gerçekliğimizi biçimlendirmede yadsınamaz bir rolü vardır. “Kendi kendini ger­çekleştiren kehanet” olgusu gerçekliğimizi yarat­madaki aktif rolümüzün en etkileyici örneklerin­den biridir. Sosyal psikolojinin ikinci temel ilkesi ise, sosyal etkinin her zaman ve her yerde oldu­ğudur. Yalnız başımıza olduğumuz anlarda bile, duygu, düşünce ve davranışlarımızı başka insan­ların ve toplumun içselleştirdiğimiz sesi etkiler. Sosyal psikologlar insanların üç temel psikolojik ihtiyacını vurgularlar. Bunlardan ilki, hayatımız üzerinde hâkimiyet sahibi olmaktır. İkincisi sev­mek, sevilmek ve ait olmak, üçüncüsü ise “ben” ve “biz”i değerli görmektir. Bu ihtiyaçların gide- rilememesi durumunda psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıklar kaçınılmazdır.
Sosyal biliş kavramını ve temel prensiplerini açıklamak.
Sosyal bilişin konusu insanlar hakkında yargılara nasıl vardığımız, insanları ve davranışlarını nasıl anladığımızdır. Kişi algısını inceleyen sosyal psi­kologlar, insanların başkalarını çok kısa süreler­de, “ince davranış dilimleri”ne bakarak oldukça doğru bir şekilde tanıyabildiğini gözlemlemişler­dir. Fiziksel özellikler de kişi algısını etkiler. “Gü­zel olan iyidir” kalıpyargısı uyarınca, daha güzel insanlarda daha olumlu kişilik özellikleri görme­ye yatkınızdır.
İnsanlar çoğu zaman “bilişsel varyemez”ler- dir-sosyal bilişlerini kullanırken gereğinden faz­la enerji sarf etmek istemezler. İnsanları algılar­ken şemalardan çok yararlanırız. Şemalar, olgu­lar hakkında zihnimizde var olan basitleştirilmiş resimlerdir. İnsanlarla iletişirken onları hangi şe­ma çerçevesinde algıladığımız neye dikkat ettiği­mizi, neyi hatırladığımızı ve nasıl tepki verdiği­mizi etkiler.
Sosyal bilişin bir parçası olarak insanların davra­nışlarını açıklamaya çalışır, içsel ya da dışsal atıf­larda bulunuruz. İçsel atıf, davranışın sebebini kişinin içsel özelliklerinde görür. Dışsal atıf yap­tığımızda ise olayın sebebini kişinin dışında ka­lan, çevresel faktörlere bağlarız. Başkalarının davranışlarını genelde dışsaldan çok içsel atıflar­la açıklamaya yatkınızdır-buna temel atıf hatası denir. Başarılarımızı içsel ve kalıcı, başarısızlıkla­rımızı ise dışsal ve geçici atıflarla açıklama eğili­mimiz ise “kendine yontan atıf hatası”dır.
Sosyal etki kavramını ve türlerini tanımlamak.
Sosyal etki, başkalarının duygu, düşünce ve dav­ranışları üzerinde söz sahibi olmaktır. İki farklı sosyal etki türünü birbirinden ayırırız: İnsanlar “bilgilendirici sosyal etki” altında kaldıklarında, bunun kökeninde doğru davranışın ne olduğunu başkalarından öğrenme ihtiyacı vardır. “Normatif sosyal etki”de ise etki altında kalmanın sebebi grup tarafından kabul görmek, dışlanmamak ar­zusudur. Asch deneyi normatif sosyal etkinin gü­cünü gözlerimizin önüne sermiştir.
İtaat, bireyin kendine bir otorite figürü tarafından yöneltilen talebe uymasıdır. Milgram deneyi, şa­şırtıcı bir şekilde çoğu insanın kör bir itaat uğru­na başkalarına zarar verebileceğini göstermiştir. Sosyal kolaylaştırma, sosyal kaytarma ve grup kutuplaşması da sosyal etkinin değişik türlerin- dendir. Sosyal kolaylaştırma, başka insanların varlığının iyi olduğumuz konulardaki perfor­mansımızı iyileştirmesidir. Sosyal kaytarma, şah­si çabamızın teşhis edilmeyeceği durumlarda başka insanların varlığının motivasyonumuzu ve gösterdiğimiz eforu düşürmesine denir. Grup kutuplaşması ise grup içi etkileşimlerin grubun başlangıçtaki eğilimlerini aşırılaştırmasına veri­len isimdir.
Saldırganlık ve yardım davranışlarını arttıran ve azaltan faktörleri listelemek.
Saldırganlığın genetik ve biyolojik bir yönü var­dır. Yüksek testosteron düzeyi saldırganlıkla ya­kından bağlantılıdır; nitekim nüfusun testosteron düzeyi en yüksek grubu olan genç erkekler, sal­dırganlık ve şiddet içeren suçların bir numaralı failidirler. Öğrenilmiş faktörler de saldırganlığı arttırır: Aile içinde ve medyada şiddet davranışlarina tanık olmak saldırgan davranış için bir risk unsurudur. Bunların yanı sıra psikolojik ve çev­resel rolü önemlidir. Kendini engellenmiş ya da küçük düşürülmüş hissetmek saldırganlığı arttı­ran temel psikolojik süreçlerdendir. Keza sıcak hava, kötü kokular, gürültü, kalabalık, hava kir­liliği, sigara dumanı gibi rahatsızlık verici çevre şartları ve ortamda saldırganlığı tetikleyecek si­lah gibi nesnelerin varlığı da saldırganlığı arttırır. Son olarak, kültürel normların değişik saldırgan­lık ve şiddet davranışlarını ne ölçüde kabul edi­lir bulduğu da bireylerin bu davranışlarda bulu­nup bulunmamasını etkiler.
Yardım davranışını arttıran psikolojik faktörlerin başında empati düzeyi yüksek ve kendini başka­larının refahından sorumlu hisseden bir insan ol­mak yer alır. Ancak durumsal faktörler de birey­lerin yardım edip etmeme kararlarını belirler. Ör­neğin yardıma muhtaç kişinin bir yönüyle bize benzemesi, acelemizin olmaması, iyi bir ruh hali içinde olmamız yardım davranışını arttırır. Bir acil duruma bizden başka çok sayıda insanla be­raber tanık olmak ise o duruma müdahale etme olasılığımızı düşürür.
Önyargı kavramını ve kökenlerini açıklamak.
Bireyler hakkında yalnızca ait oldukları gruba bakılarak ulaşılmış ve genellikle olumsuz tutum­lara önyargı denir. Önyargıların bilişsel, duygu­sal ve davranışsal boyutları vardır. Sosyal dünya­yı “biz” ve “onlar” ekseninde algılamaya nere­deyse programlanmış olmamız önyargıya yol açan temel faktörlerdendir. “Onlar”ı kalıpyargılar üzerinden algılamaya ve birbirine benzer görme­ye (dış grubun homojenliği yanılgısı) olan eğili­miz önyargıları körükler. Sosyal faktörlerin de önyargıya etkisi vardır - iş, para, eğitim gibi sı­nırlı kaynaklara ulaşmak için rekabet halinde olan gruplar birbirine karşı önyargılar geliştirebi­lir. Bazı grupların toplumda “günah keçisi” ola­rak görülmeye başlaması da önyargıları berabe­rinde getirir. Dış gruptan insanları tanımamak, bilmemek de, kalıpyargılar ve önyargıların sürüp gitmesine izin verir.


Psikoloji 4. ünite özeti

Bilişsel psikoloji
Bilişsel psikolojinin ne olduğu ve doğasını an­latmak.
Bilişsel psikoloji biliş kavramının bilimsel olarak in­celendiği psikolojinin bir alt dalıdır. 1950’li yıllarda bilgi işlem, bellek, dil, biliş, problem çözme ve ka­rar verme üzerine yapılan bilimsel çalışmalar ile or­taya çıktığı görülmektedir. Özellikle bilgi işlem yak­laşımı bilşsel psikolojinin ruhunu oluşturduğu gö­rülmektedir. Bilgi-işlem dış dünyanın temsili veya sembolik dönüşümü veya manipülasyonu olarak ifade edilmektedir Bilişsel psikoloji işlevselcilik fel­sefi akımından oldukça etkilenmiştir. Çünkü biliş­sel psikoloji zihinsel işlemlerin işlevsel olduğunu farz etmektedir. Öte yandan beynin çalışılması ma­teryalist bakış açısını ortaya koyar. Bu yaklaşımda zihin ve beyin benzer şeylerdir. Bundan dolayı dü­şünce ve davranış beyindeki nöral faaliyetler sonu­cu oluştuğundan beynin incelenmesi aynı zaman­da zihnin incelenmesi anlamına gelmektedir. îşlev- selci yaklaşım insan davranışını bilgi işlem ve zihin­sel işlevler kapsamında açıklarken materyalist yak­laşım zihinsel süreç ve faaliyetleri nöroanatomi ve nörokimya kapsamında ele alır.
Algı ve algısal süreçleri açıklamak.
Duyum ve algı uyaranların (bilgi) dış dünyadan alınması, beyine taşınması, beyinde işlenmesi, yo­rumlanması ve bir karar verilmesi süreçlerini içer­mektedir. Duyum içinde bulunulan bir ortamdan uyaranların içerdiği bilginin ilgili duyu sistemi tara­fından yakalanarak sistem içine alınması ve beyin­deki ileri fizyolojik merkezlere iletilmesi süreçlerini kapsamaktadır. Algı ise uyaranların taşıdığı bu bil­ginin analiz edilmesi, tanınması, yorumlanması ve organize edilmesini kapsayan süreçlerdir. Bu sü­reçleri inceleyen alana psikofizik ve bu ilişkileri be­timleyen ilişkiye de psikometrik fonksiyon adı ve­rilmektedir. Çevremizdeki objelerle ilgili olarak ne, nerede ve nasıl ile ilgili işlemler görme tarafından yapılmaktadır. Görme; renk, derinlik, obje ve hare­ket algıları ile ilgili işlemler yaparken algısal organi­zasyonu gerçekleştirmektedir. Algısal organizas­yonlar objelerin şekil zemin ilişkisi ve gruplama te­melinde yapılmaktadır. Geştalt psikologları çevre­mizde bulunan objeleri nasıl gruplandırdığımıza yönelik ilkeler önermişlerdir. İşitme ses türünden bilgileri kodlayarak sesin kaynağı ile ilgili olarak ne ve nereden sorularına yanıt vermekte ve ayrıca iç kulakta bulunan yarım daire kanalları vasıtasıyla denge algısı yerine getirilmektedir. Tat ve koku du­yuları kimyasal duyular olup yaşamsal olarak çev­remizdeki önemli uyaranlar hakkında önemli bilgi sağlamaktadır.
Dikkat ve dikkat süreçlerini ifade etmek.
Dikkat, bilgi işlem sırasında zihinsel kaynakların kullanılması olarak kısaca tanımlanabilir. Kaynak­ların belirli bir uyarana ayrılmasına seçici dikkat ve kaynakların birden fazla uyarana yönlendirilmesi­ne bölünmüş dikkat denir. Kokteyl parti olgusu ça­lışmalarının sonucuna göre mesajın kaynağı ve şid­deti gibi uyaranın fiziksel özelliklerinin kullanılma­sı sayesinde istenilen ve istenilmeyen uyaranların birbirlerinden ayırt edildiğini bulmuştur. Ayrıca bu araştırmalarda bilgi işlemede filtreleme mekaniz­masının olduğuna dikkat çekilmiş ve bu durum çift kulaklı dinleme deneyleri ile de tespit edilmiştir. Bu mekanizmaların obje veya yer temelli olup ol­madığını inceleyen çalışmalar her iki durumu da destekleyen bulgulara ulaşmıştır. Bölünmüş dikkat çalışmaları aynı anda iki görevin nasıl yapıldığım inceler. Ancak bazen iki görevi eş zamanlı olarak yerine getirmek görevlerden birinin performansım etkilemektedir. Görevlerin benzerliği veya zorluğu çift görev performansım olumsuz yönde etkilerken pratik ve tekrarlar sonucunda iyileşmeler gözlen­mektedir. Bölünmüş dikkati açıklamaya yönelik olan genel kaynak modeli, zihinsel kaynakların kı­sıtlı olduğunu ve bundan dolayı eş zamanlı görev­lerde işlem kapasitesinin paylaşılması düşüncesine dayanmaktadır.
Bellek ve bellek süreçlerini betimlemek.
Bellek bilginin kodlanması, depolanması ve ha­tırlanması süreçlerini kapsar. Bellekte üçlü sis­tem yaklaşımına göre duyusal, kısa süreli ve uzun süreli bellek olmak üzere üç bellek bulunmakta­dır. Duyusal bellek anlık bellek olup çok kısa sü­relidir ve burada bilginin fiziksel kodlaması yapı­lır. Kısa süreli bellek ise kısa süreli, sınırlı kapa­sitesi olan ve daha çok tekrara dayanan bir bel­lektir. Bilginin kapasitesi sınırsız olan uzun süre­li belleğe aktarımı ise o bilginin anlamsal ve de­rinlemesine kodlanması ile sağlanmaktadır. Uzun süreli bellek olgulara dayanan bildirimsel ve bece­rilerin ve alışkanlıkların depolandığı işlemsel bellek
olarak sınıflandırılmaktadır. Bildirimsel bellek an­lamsal ve epizodik bellek olarak iki ayrı katego­ri içermektedir. Anlamsal bellek genel bilgileri ve olguları ve epizodik bellek ise belli bir za­man, yer ve bağlamda oluşan olaylarla ilgili bel­lektir. Olaylarla ilgili olarak bilinçli ve istemli ola­rak bilginin depolanması açık bellek ve bilinç dı­şı yapılan kodlamalar örtük belleği oluşturmak­tadır. Unutma ile ilgili olarak öne sürülen silinme kuramı belleğin sabit bir oranda zaman içinde zayıflamasını açıklamaktadır. Bozucu etki yoluy­la unutma kuramı ise bir belleğin bir başka bel­leğin hatırlanmasını engellemesidir. Bu bozucu etki ileriye veya geri yönelik olarak gerçekleş­mektedir.
Temsil ve zihinsel temsil kavramlarım tanımlamak.
Bir şeyin yokluğunda sembol veya işaretler ile o şeyin sunulmasına temsil denir. Fiziki temsiller olan dış temsiller tıpkı resim gibi olup benzeşen temsillerdir. Bu tür temsillerin dışındaki rastgele seçilmiş sembollerin oluşturduğu temsiller sem­bolik temsiller olup soyut temsiller olarak ta ifa­de edilmektedirler. Zihinsel temsiller algısal sü­reçler vasıtasıyla oluşturulan imgesel ve önerme­ler şeklindeki temsillerdir ve bilişsel süreçler ara­sında iletişimi sağlar. Bağlantıcılık temelli yakla­şımlarda ise ağ içinde aktivasyon örüntüsüne gö­re yayılmış zihinsel temsiller vardır. Zihinsel tem­sil altında obje ya da olayların beyindeki temsil­leri olarak düşünülen zihinsel imgeler önemli bir yer tutmaktadır. Zihinsel imgeler bir yandan kli­nik ortamlarda iyileşme, izleme ve kontrol ama­cı altında kullanılmakta diğer yandan profesyo­nel iş alanlarında performans geliştirme kapsa­mında değerlendirilmektedir. Kategoriler ortak özellikleri paylaşan insan, olay veya objelerin sı­nıflandırılması işlemini yansıtmaktadır. Prototip bir kategori için geçerli olan en muhtemel özel­liklerin ne olduğunu açıkça belirtendir. Eğer bir kategori prototipe sahip ise prototipe benzer ka­tegori üyeleri tipik bir kategori üyesi olarak gö­rülürken prototipten farklı kategori üyeleri atipik olarak görülmektedir.
Düşünme, Akıl Yürütme ve Problem Çözme kav­ramlarını bilişsel açıdan değerlendirmek.
Düşünce bir anlamda zihnimizin dili olarak dü­şünülmekte ve önermesel, imgesel ve motorsal olmak üzere üç sınıfa ayrılmaktadır. Bu üç sınıf ile akıl yürütme, problem çözme ve karar verme işlemleri gerçekleştirilir ve sonuç olarak da bir hedefe ulaşılır. Genel olarak iki akıl yürütme kul­lanılmaktadır: Tümevarım ve tümdengelim. Tüm­dengelim yukarıdan aşağıya bilişsel süreci kap­sarken tümevarım aşağıdan yukarıya işlemi içer­mektedir. Uygun olan tümdengelim kurallarının uygulanamaması, kişisel inançlardan dolayı man­tıksal kurallardan vazgeçilmesi ve duygusal tep­kiler gibi faktörler başarısız tümdengelimi doğur­maktadır. Başlangıçta davranışçılar problemin de­neme ve yanılma yöntemi ile çözüldüğünü düşün­müşlerdir. Geştalt ve bilgi işlem yaklaşımları sonra­dan ortaya çıkmıştır. Geştalt yaklaşımında problem çözme prodüktif ve reprodüktif süreçleri içerir. Rep- rodüktif süreçler önceki deneyimleri kullanırken prodüktif süreçler problem çözmede problemin ya­pısı ile ilgi ani bir kavrama geliştirmeyi ve prodük­tif yeniden yapılandırmayı içermektedir. Problem çözmede bilgi işlem yaklaşımı, problem çözme sı­rasında uzun süreli belleğin etkili hâle getirilerek çözümle ilgili bilgilerin erişilebilir olmasına işaret eder. Genel olarak, bu yaklaşımlar bize problem çözmede aşamaların olduğunu işaret etmektedir. Bunlar, problemin doğasını anlamak, problemin çözümü ile ilgili alternatif çözümler üretmek, çö­zümleri test ederek kanıt sağlamak, uygulanan test­lerin sonuçlarını değerlendirmek ve karar verme iş­lemlerinden oluşan aşamalardır.
Karar verme işlemlerini özetlemek.

En genel hatları ile karar, ihtimaller arasından seçme işlemidir. Karar vermedeki bilişsel faaliyet her bir seçenekle ilgili değerlendirme sonucu he­defe ulaşılacak olan en iyi seçeneği belirlemedir. Karar verme süreçlerinin analizi ile ilgili olarak üç temel yaklaşım bulunmaktadır. Bunlar nor­matif, betimsel ve tavsiye eden yaklaşımlardır. Normatif yaklaşım rasyonel karar verme varsayı­mına ve betimleyici yaklaşım ampirik gözleme dayanmaktadır. Öte yandan bazı durumlarda ise olasılık üzerinden karar verilir. Fakat olaylarla il­gili olarak olasılık hesabını doğru yapabilmemiz için olayın sıklığı ile ilgili olarak doğru bir belle­ğe ihtiyaç vardır. Kâr, zarar ve olasılık hesabın­dan ziyade bir olayla ilgili olarak karar verme durumunda höristik ve algoritma gibi bilişsel kı­sa yollara başvurulmaktadır. Karmaşık bir prob­lemle karşılaşıldığında ya da yeterli bir veri ol­madığında evrimsel süreç ile şekillene gelmiş ya da deneyimlerle edinilmiş bu zihinsel kısa yolla­rın kullanılmasıyla bir çözüm yolu bulunur.

Psikoloji 3. ünite özeti

Beyin ve davranış
Sinir sistemini sınıflandırmak.

Sinir sistemi iç ve dış ortama ait duysal bilgileri alan, işleyen ve bu işlem sonucu algı, duygu, dü­şünce ve davranış yanıtlarını üreten bir sistemdir. Sinir sistemi merkezî sinir sistemi ve çevresel sinir sistemi olarak ikiye ayrılır. Merkezî sistemden ay­rılan çevresel sinir sistemi duysal ve motor sistem şeklinde ayrılır. Duysal bölüm somatik ya da vis- seral duyuyu merkezî sinir sistemine taşırken, mo­tor sistem istemli kaslara giden somatik sistem ya da istemsiz çalışan kas, damar ve organlara giden otonom sistem şeklinde bölünür. Otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik bölümleri organların işleyişi açısından birbirine zıt etki gös­terir. Merkezî sinir sistemi omurilik, beyin sapı (ar­ka ve orta beyin) ve ön beyinden oluşmuştur.
Sinir hücrelerinin yapısını ve sinirsel iletiyi açık­lamak.

Sinir sisteminde haberleşmeyi sağlayan temel hücreler nöronlardır. Nöronların alıcı bölgelerini dentritler, iletici bölgelerini aksonlar oluşturur. Nöroglialar sinir sisteminin nöron dışı hücreleri­dir ve miyelin kılıfın oluşumu, nöronların işlevle­ri için gerekli ortamın düzenlenmesi gibi görev­leri vardır. Nöronlar dinlenme döneminde iken hücrenin içi ile dışı arasında bulunan potansiyel farkına zar dinlenim potansiyeli denir. Nöronlar uyarıldıklarında zar potansiyeli daha pozitif bir değer alır (depolarizasyon), uyarı kesildiğinde dinlenim potansiyeli değerine geri döner (repo- larizasyon). Zar potansiyelinin dinlenim duru­mundan daha negatif bir değere ulaşmasına hi­perpolarizasyon denir. Aksiyon potansiyeli kısa bir süreliğine hücre içinin 0’ dan büyük bir değe­re ulaştığı özel bir depolarizasyon şeklidir. Bir kez oluştuğunda akson boyunca eksilmeden ak­son ucuna kadar ulaşır.
Sinir sisteminin kimyasal bileşenlerini listelemek.

Sinir hücreleri arasındaki özel bağlantı bölgeleri­ne sinaps denir. Kimyasal sinapslarda ileti nörot- ransmiterler ile sağlanır. Nöron boyunca iletilen elektriksel sinyal diğer nörona kimyasal olarak aktarılır. Bu nedenle sinirsel iletişim elektrokim- yasal özellik taşır. Nörotransmiterler kimyasal ya­pılarına göre sınıflandırılır. Glutamat merkezî si­nir sisteminin temel uyarıcı nörotransmiteri; GA­BA ise temel baskılayıcı nörotransmiteridir. Ase- tilkolin merkezî ve çevresel sinir sisteminde yay­gın bulunur. Amin yapısındaki nörotransmiterler (dopamin, serotonin, adrenalin, noradrenalin) uy- ku-uyanıklık, dikkat, motivasyon ve duygu-duru- mun düzenlenmesi gibi yaygın etkilere sahiptir.

Sinir sistemindeki önemli yapıları listelemek, bu yapılar ve işlevleri arasındaki ilişkiyi kurmak.
Omurilikte beyaz cevheri, yukarı çıkan duysal yol­lar ve aşağıya inen motor yollar oluşturur. Omuri­liğin ortasında yer alan gri cevherde ise nöron göv­deleri ve sinirsel bağlantılar bulunur. Omurilik ref­leksleri duysal ve motor sistem arasında etkileşi­min gerçekleştiği en alt basamağı yansıtır. Beyin sapı, beyin kabuğu dâhil ön beyin bölgelerinden, serebellum, omurilik ve çevresel duysal sistemler­den gelen sinyallerin bütünleştirildiği hayati bir be­yin bölgesidir. Bu bölgeden kaynaklanan lifler yu­karı ve aşağı yönelim göstererek omurilik ve ön beyin bölgelerinin işlevlerini etkiler. Serebellum hareketin ve dengenin kontrolünde ve motor öğ­renmede yer alır. Hipotalamus, talamus, amigdala, hipokampus ve bazal gangliyonlar beyin kabuğu­nun altında yer alan ön beyin bölgeleridir. Hipota- lamus öncelikle otonom sinir sistemi, hormonal sistemi kontrol ederek vücudun iç dengesinin ko­runmasına ve yaşamsal önem taşıyan davranışların oluşmasına katkıda bulunur. Talamus duysal sis­temden, motor kontrole katılan bölgelerden (bazal gangliyonlar ve serebellum) ve beyin sapından ge­len sinyalleri beyin kabuğuna iletir. Bazal gangli- yonlar hareketin planlanması ve zamanlamasında beyin kabuğuna yardımcı bir grup yapıdır. Amig- dala özellikle korku ile ilgili algısal, öğrenme ve motor yansıtma süreçlerinde etkindir. Hipokam- pus ise bildirimsel (dekleratif) belleğin oluşumuna katılır. Her iki yapı da limbik sistemin önemli yapı­larıdır.
Beyin kabuğunun yapılanmasını ve işlevlerini açıklamak.

Beyin kabuğu insanda en gelişmiş beyin bölgesi­dir. İşlevsel olarak duysal, motor ve asosiasyon korteksi olarak ayrılır. Duysal sinyaller önce birin­cil duysal kortekse gelir sonra ikincil duysal kor- tekste ilgili duyu ile ilişkili özellikler işlenir. Bu sı­ralama motor kortekste tersinden işler. İkincil mo­tor korteks hareketin planlanması aşamasında et­kinken, birincil motor korteksten kas hareketine yol açacak sinyaller çıkar. Asosiasyon alanları ise duysal sistem, motor sistem ve limbik sistem etki­leşiminin en üst seviyesini oluşturur. Sinir sistemi, özellikle de beyin kabuğu, işlevsel ve yapısal ola­rak tam anlamıyla simetrik değildir. Korpus kallo­sum iki beyin yarım küresi arasında bağlantılar kurarak bu işlevsel asimetrinin en etkin şekilde kullanımını sağlar. Beyin kabuğunun asosiasyon alanlarındaki hasarlar hasarın bölgesine göre afa­zi ve neglect gibi algısal ve bilişsel işlevlerde ka­yıplara yol açabilir.

Psikoloji 2. ünite özeti

Psikolojide araştırma yöntemleri
Sözdebilimi ve bilimden ayrıldığı yönlerini açıklayamak.
Sözdebilim bilimsel bir temeli olmadığı hâlde bi­lim kılıfı altında bize sunulan bilgi ve pratiklere denir. Sözdebilim bilimsel terimler kullanarak bir bilimsellik kisvesi yaratır ama bu kullanımlar ha­talı, yersiz ve dayanaksızdır. Sözdebilimsel iddia­lar çoğunlukla yanlışlanamayacak muğlaklıktadır ve bilimsel bir kimliği olmayan kişilerce savunu­lur. En önemlisi, sözdebilimsel iddialar bilimsel süreçten kopuktur: İddialar bilimsel olarak ya test edilmemişlerdir ya da edildilerse reddedil­mişlerdir. Sözdebilim çoğunlukla maddi çıkar sağlamak amacıyla bilimin toplum içindeki say­gınlık ve meşruiyetini istismar eder. Sözdebilimi bilimden ayırt edebilmek bizi dayanaksız bilgile­rin izinde maddi ve manevi zarara uğramaktan koruyacaktır.
İşlemsel tanımı ve iyi bir işlemsel tanımın özelliklerini anlatmak.
İşlemsel tanım ilgilenilen kavramı bir sayıya dö­nüştürmeye yarayan tanımdır. Bir kavramı işlem­sel olarak tanımlamak demek o kavramı ne şe­kilde ölçeceğimize karar vermek demektir. Kav­ramımızı yüksek kesinlik ve hassasiyetle ölçebi­len işlemsel tanımların yüksek kavramsal geçer­liliği olduğunu söyleriz. Yüksek kavramsal ge­çerlilik taşıması için işlemsel tanımımızla edindi­ğimiz ölçümün öncelikle güvenilir olması, yani aynı koşullarda aynı sonuçları vermesi gerekir. Güvenilir olmanın dışında ölçümler duyarlı ol­malı, yani değişkenin farklı değerleri arasındaki ince ayrımları yapabilmelidir. Son olarak iyi bir işlemsel tanım ölçülmek istenen kavramı ölçme- li, diğer başka kavramları ölçmemelidir. Psikolo­jinin ilgilendiği kavramlar çok yönlü ve çok kat­manlı olduğu için işlemsel tanımlar çoğunlukla ilgilenilmeyen başka kavramları da ölçer. Bun­dan dolayı ideal olan bir kavramı birden fazla iş­lemsel tanımla ölçmektir. Eğer farklı işlemsel ta­nımlar benzer ölçümlere ulaşıyor ve diğer kav­ramlarla benzer ilişkiler sergiliyorsa sonuçlarımı­za olan güvenimiz artar.

Korelasyonu ve nedensellik ilişkisigöstermemesinin sebeplerini açıklamak.
Korelasyon iki değişken arasında doğrusal ilişki­nin bir ölçüsüdür. Değişkenlerden birinin aldığı değerler artarken diğerininkiler de düzenli ola­rak artıyorsa korelasyon pozitif; birinin değerleri artarken diğerininkiler düzenli olarak azalıyorsa korelasyon negatiftir. İki değişken arasında bir korelasyon olması değişkenlerden birinin diğeri­nin sebebi olduğu anlamına gelmez. Korelasyon bize sadece veriler arasındaki sayısal ilişkiyi gös­terir, nedensellik ilişkisi hakkında bir bilgi ver­mez. İki değişken arasında korelasyon gözleni­yorsa iki değişkenden biri diğerinin sebebi olabi­leceği gibi kimi zaman da üçüncü bir değişken her iki değişkene de sebep olur.
Deneyin tanımını ve önemini ifade etmek.

Deney etkisini ölçmek istediğimiz değişken dı­şında her şeyi sabit tutarak bu değişkenin bir baş­ka değişken üzerinde ne fark yarattığını tespit et­memize imkân sağlayan araştırma yöntemidir. De­neyin önemi bize neden-sonuç ilişkisi gösterme­sinden kaynaklanır. Deney dışında hiçbir yöntem bize kesin bir nedensellik bilgisi veremez.

İyi tasarlanmış bir deneyin özelliklerini listelemek.

İyi tasarlanmış bir deney yüksek iç geçerliliğe sa­hip olmalıdır. İç geçerlilik bağımlı değişkende gözlenen farkı bağımsız değişkene bağlayabilme derecemizdir. Bir diğer deyişle, yüksek iç geçer­liliğe sahip bir deney bağımsız değişkenle ba­ğımlı değişken arasındaki neden-sonuç ilişkisini başka açıklamalara açık kapı bırakmayacak şe­kilde gösterir. Yüksek iç geçerlilik elde edebil­mek için bir deneyde deneysel grupla kontrol grubu birbirine denk olmalı ve deneysel mani­pülasyon haricinde iki grup tamamen aynı mu­ameleyi görmelidir. O zaman bağımlı değişken­de gözlenen değişikliği bağımsız değişkenle açık­lamaktan başka seçeneğimiz kalmaz.



Psikoloji 1. ünite özeti

Psikolojinin doğası
Psikoloji bilimini tanımlamak.
Psikoloji insan davranışını ve zihinsel süreçlerini inceleyen bir bilim dalıdır. Ölçülebilen her dav­ranış ve motivasyon, düşünme, anlama gibi içsel olgular psikoloji biliminin çalışma konusudur. İnsanı anlamaya çalışmak sadece psikologlara özgü bir çaba değildir. Ancak psikoloji bir bilim dalıdır. İnsan davranışını anlamaya çalışırken fi­zik, biyoloji gibi doğa bilimleri tarafından da kul­lanılan bilimsel yöntemleri kullanır. Psikolojiyi bu dallardan ayırt eden kullandığı yöntem değil, çalıştığı konudur; doğa bilimleri doğa olaylarını incelerken, sosyal bilimler insanı ve sosyal top­lulukları inceler. Ancak doğa bilimleri de sosyal bilimler de ampirik verilere dayalı sistematik araş­tırmalar yaparak nesnel, doğrulanabilir ve genel­lenebilir sonuçlara ulaşmaya çalışır.
Bilimsel yöntemin özelliklerini açıklamak.
 Bilimsel yöntem asıl olarak bir soru sorma ve bil­giye ulaşma yöntemidir. Ancak bilimsel yönte­min önceden belirlenmiş, sistematik bir yapısı vardır. Sezgiyle veya kalıplaşmış bilgilerle göre değil, deneyimlerle ölçülebilen, ampirik verilere dayalıdır. Bilim insanlarının bu verilere yaklaşımı nesneldir; kendi subjektif beklenti veya yargıları­nı göz önünde bulundurmazlar. Ampirik veri top­lanarak test edilemeyen sorular bilimin konusu değildir. Bilimsel yöntemle ulaşılan sonuçlar, her zaman tekrar sınanabilir, ve yeni bulgular eşli­ğinde yanlışlanabilir. Dolayısıyla bilimsel bilgi geçicidir. Son olarak bilimsel yöntem genellene­bilir bilgilere ulaşır. Bir bilim dalı olarak psikolo­ji bireysel açıklamalar yapmaz, çoğunlukları an­lamaya çalışır. Sosyal bilimlerde bu yöntemle el­de edilen bilgiler birleşerek insan davranışını ve­ya sosyal olguları anlatan kuramlar hâline gelir.
Psikoloji biliminin tarihsel gelişimini özetlemek.
 İnsan doğasıyla ilgili sorular antik Yunan filozof­larına kadar uzanmaktadır. Ancak bir bilim dalı olarak psikolojinin başlangıcı 19. yüzyılın başla­rına denk gelmektedir. Psikolojinin tarihçesinde çeşitli düşünce okulları etkili olmuştur. Bu dü­şünce okullarının başında yapısalcılık, işlevselci- lik ve davranışçılık gelmektedir. Yapısalcılık bir olguyu anlamak için öncelikle yapısını yani onu meydana getiren parçaları anlamak gerektiğini; işlevselcilik ise bu olguların görevlerini ve insan davranışındaki rollerini anlamak gerektiğini öne
sürmüştür. Davranışçılık ise insanı anlamak için sadece görülebilen davranışlara odaklanmıştır. Ancak günümüzde, özellikle gelişen teknolojile­rin de sayesinde, görünen davranışlar kadar bi­linç, düşünme gibi zihinsel süreçlerde bilimsel olarak çalışılabilmektedir. Modern psikolojide, bu düşünce okulları yerlerini çeşitli yaklaşımlara (perspektif) bırakmıştır.
 İnsan davranışını anlamada psikologlar tarafın­dan kullanılmış çeşitli yaklaşımları tanımlamak.
Psikolojide yaklaşımlar bir davranışın veya zihin­sel sürecin ele alınış şeklini etkiler. Her bir yak­laşım bireylerin neden belirli bir biçimde davran­dıklarına ilişkin farklı açıklamalar getirir. Yakla­şımlar sorulan sorular kadar, kullanılan metotları da etkiler. Günümüzde sıklıkla kullanılmakta olan yaklaşımlar; biyolojik yaklaşım, nörobilim- sel yaklaşım, evrimsel yaklaşım, psikodinamik yaklaşım, davranışsal yaklaşım, bilişsel yaklaşım, insancıl yaklaşım, ve sosyokültürel yaklaşımdır. Örneğin evrimsel yaklaşım, davranışı insan türü­nün evrimsel gelişimi ile açıklamaktayken biliş­sel yaklaşım davranışı insan beynindeki süreçle­rin sonuçları olarak ele alır. İnsan davranışı gibi karmaşık bir olgu birkaç yaklaşımın bir araya gel­mesi ile daha iyi anlaşılır. Birkaç yaklaşımın har­manlanarak kullanılmasına eklektisizim denir.
Psikolojinin alt dallarını birbirinden ayırt etmek.
Psikologlar insan zihni ve davranışlarının değişik yanlarına odaklanabilirler. Bu farklı odaklar psi­kolojinin alt dallarını oluşturmaktadır. Değişik alt dallarda uzmanlaşmış kişiler yukarıda sayılmış olan değişik yaklaşımlara sahip olabilirler. Örne­ğin hem zihinsel hastalıkların nedenleri ve teda­vileri üzerine çalışan klinik psikologlar, hem de beyin hasarlarının insan davranışına etkisini araş­tıran nöropsikologlar nörolojik bir yaklaşıma sa­hip olabilirler. Aynı zamanda kimi klinik psiko­loglar sadece bilişsel veya psikodinamik bir yak­laşımla da araştırma yapıyor olabilirler. Psikolojinin alt dalları ayrıca temel bilim veya uy­gulamalı alt dallar olarak da gruplanabilir. Temel bilim dallarının amacı daha çok insan davranışını açıklayan, genel kabul edilebilir bir bilgi tabanı oluşturmaktır. Uygulamalı dalların amacı ise te­mel bilimin oluşturmuş olduğu bilgi tabanını bi­reylerin ve toplulukların sorunlarını çözmektir.

Çalışma sosyolojisi 8. ünite özeti

Meslekler ve gelecekte çalışma

Meslek ve ilgili kavramları tanımlamak
Çalışma, karşılığı ödensin ya da ödenmesin zi­hinsel ve fiziksel çabanın harcanmasını gerekti­ren, insan gereksinimlerini karşılayan mal ve hiz­metlerin üretimini hedef alan ödevlerin yerine getirilmesi biçiminde tanımlanabilir (Giddens, 2008: 792). Çalışma, iş ve meslek kavramları ço­ğu zaman birbirinin yerine kullanılmakla bera­ber, aralarında ortak ve ayrılan özellikler vardır. îş genel çerçevede ücret karşılığı yapılan bir tür çalışmadır. Meslek ise temelde kişinin hayatını sürdürmek ve geçimini sağlamak amacıyla sos­yal değeri olan belli fonksiyonları yerine getir­mesini ifade eder. Ayrıca meslek; toplumda kişi­nin temel rollerinin başında gelir ve kişinin say­gınlığı, şahsiyeti, geliri, becerisi vb. birçok özelli­ği ile bireyin kişiliği ve sosyal yaşamı ile yaşam tarzına da kaynaklık eder (Seçer, 2011: 134).
Profesyonel meslek kavramını ve profesyonelleşmeyi açıklamak
Profesyonel meslekler günümüz risk toplumla- rındaki modern yaşantının belirsizliklerini konu edinen iş ile başa çıkmaya yönelik yapısal, mes­leki ve kurumsal düzenlemeler olarak ifade edi­lebilir. Profesyoneller uzman bilginin kullanımı sayesinde müşterilerinin belirsizliklerle baş et­melerini sağlarlar. Günümüzde profesyonel mes­lekler; doğum, yaşamı sürdürme, fiziksel ve duy­gusal sağlık, uyuşmazlık çözümü ve hukuk te­melli sosyal düzen, finans ve kredi enformasyo­nu, eğitim ve sosyalleşme, fiziksel yapılar ve çev­re, askerlik, barışın sağlanması ve güvenlik, eğ­lenme ve boş zaman, din gibi oldukça geniş bir alanda hizmet vermektedirler.
Profesyonelleşme; mesleğe kontrollü bir giriş ve uygulama sisteminin görülmesi, uygulama kod­larının uygulanması, üyelerinin sahip oldukları statü, göreceli otonomi ve ödüllerin arttırılmasını amaçlayan faaliyetler yoluyla topluma hizmet et­mede anahtar rol oynayan ve bir meslek tarafın­dan izlenen bir süreçtir.

Profesyonel mesleklerin özelliklerini sıralamak

 Profesyonel mesleği karakterize ettiği düşünülen altı nitelik şunlardır:
      Genel, sistematik bilgi
      Müşteriler üzerinde otorite
      Kendi çıkalarından çok toplumun çıkarlarına yö­nelme
      Dışsal kontrol yerine öz kontrol mekanizması
      Mesleğin profesyonel olduğunun toplum ve ya­salar tarafından onaylanması
      Ayırt edici kültürdür.
Gelecekte çalışma yaşamını değerlendirmek

Son yüzyılda çalışma yaşamında ortaya çıkan ge­nel eğilimlere dikkat çekilirse bilgi toplumu di­namikliğini bilgiden alan, öncü insanlarını toplu­mun talep ettiği becerilerle yetişmiş uzmanlar ve profesyonellerin oluşturduğu, ana üretim sektö­rünün de hizmetler olduğu bir toplumdur. Bu toplum yaşam standartının bir göstergesi olarak mal miktarıyla tanımlanan endüstri toplumunun aksine, hizmetlerle sağlık, eğitim, dinlenme ve sanat faaliyetlerinin bir göstergesi olarak yaşa­mın kalitesiyle tanımlanır. Bilgi toplumu, daha önce görülmemiş bir hızla “bilginin toplanması, işlenmesi ve dağıtılmasıyla ilgili faaliyetlerin art­tığı” bir toplumdur (Dura/Atik, 2002’den aktaran Seçer, 2010: 144).