2 Şubat 2013 Cumartesi

Çalışma sosyolojisi 2. ünite özeti

Çalışma sosyolojisinde klasik yaklaşımlar

Marx’m emek, kapitalizm, yabancılaşma ve iş bölümü konusundaki görüşlerini ifade etmek
Tarihsel maddeci bir yaklaşımı benimseyen Marx’a göre emek, insanı diğer hayvanlardan ayı­ran en önemli unsurdur. Kapitalizmde emek, sa­dece para kazanma aracı olarak düşünülür. Marx’a göre kapitalizm, tarihteki diğer geçmiş ekonomik sistemlerden farklı, mal ve hizmetlerin üretiminin hakim olduğu bir düzendir. Marx, ka­pitalist sistem içerisinde iki ana unsuru belirle­mektedir. Bunlardan birisi sermayedir; ikinci un­sur ise ücretli emektir. Ücretli emek, kendi ya­şamlarını sürdürmek için gerekli araçlara sahip olmayan, sermaye sahiplerinin sunduğu işleri yapmak zorunda olan işçiler toplamıdır. Bu işçi sınıfına aynı zamanda proletarya denmektedir. Marx’a göre kapitalizm özünde, sınıf ilişkilerinin çatışma ile nitelendirdiği bir sınıf düzenidir. Bu sistemde işçiler ürettikleri ürünlere yabancılaş­mışlardır. İş bölümü yabancılaşmanın birinci ne­denidir ve ancak iş bölümünün ortadan kaldırıl­masıyla yabancılaşma da ortadan kalkar. Marx’a göre kapitalist sistemde işçiler dört şekilde ya­bancılaşmışlardır: Birincisi, işçilerin emek süreci­ne; ikincisi, işçilerin ürettikleri ürüne; üçüncüsü, iş yerindeki diğer insanlara; dördüncüsü ise işçi­nin insanlığa ve topluma yabancılaşmasıdır. Ka­pitalist üretim biçimi altında işçiler, emeklerini sattıkları sermaye sahibiyle eşit olmayan bir iliş­kiye zorlanmaktadır.
Marx’m iş gücü, artı değer, sınıf ve sınıf çatışması kavramlarını açıklamak
Marx, kapitalist sistemde sermaye sahiplerinin emek üzerinden kâr elde ederek sermaye biriki­mi yaptıklarını savunmuştur. Emek, üretim süre­ci içinde kapitalistler tarafından satın alınarak iş gücüne dönüşür. Kapitalist, işçinin emeğini satın alır ve karşılığında emeğin değerini öder. Ama işçiyi emeğinin karşılığından fazla çalıştırır. Bu fazla çalışma kısmı artı değeri oluşturur ve kapi­talistin esas kârı, artı değerin birikmesiyle oluşur. Her zaman için iş arayan bir yedek sanayi ordu­sunun olması ise işçinin çalıştığı süre için daha yüksek bir ücret kazanmasını önler. Marx, toplu­mun yapısını onu oluşturan sınıfların ilişkisiyle açıklamış ve bunlar arasındaki mücadeleyi de toplumun değişim motoru olarak tanımlamıştır. Marx, sınıfları üretim araçları üzerindeki kontro­lüne göre; burjuva sınıfı ve işçi sınıfı olmak üze­re ikiye ayırmıştır. Marx’a göre kapitalist toplum yıkılacak ve yerini sosyalist toplum alacaktır. Bu­nun için ekonomik etkenlerin yanı sıra sınıf bi­lincinin gelişmesi de önemlidir. Çünkü kapitalist toplumun yıkılması için çatışmaya ihtiyaç vardır. Ortak çıkar ve politikalar çerçevesinde sınıflar örgütlenerek politik bir güç hâline gelirler. Marx’a göre devlet, bu konuda kapitalistlerin en büyük destekçisidir. Ancak ne burjuva sınıfı ne de dev­let işçi sınıfı karşısında galip gelemez.
Durkheim’m insan, toplum ve toplumsal iş bölü­mü ile ilgili genel düşüncelerini tartışmak
Durkheim, bireylerin mevcut sisteme uyum sağ­lamaya yöneltilmeleri ve sistemin işleyişinin dü­zeltilmesi gerektiğini savunmuştur. Durkheim’e göre şehirleşmenin ve iş bölümünün artmasıyla daha dayanışmacı bir toplum ortaya çıkacaktır. Durkheim’ın görüşleri genelde uyum sağlama fikri üzerine kuruludur. Durkheim’a göre, mev­cut düzeni idame ettirebilmek ve sınıf çatışmala­rından uzak kalarak gelişen şartlara uyum sağla­yabilmek için bir ahlak kodu oluşturulması ge­reklidir. Çünkü bireyin topluma karşı bir ahlaki sorumluluğu olmazsa toplumla ilişkilerini güç­lendirmeyi başaramaz ve topluma yabancı hâle gelirler. Bunun sonucunda anomik durumlar or­taya çıkar. Durkheim’a göre toplumların gelişimi farklılaşmaların artmasıyla şekillenir. Durkheim’e göre iş bölümünün gerçek işlevi iki ya da daha fazla insan arasında bir dayanışma duygusu ya­ratmaktır. İki tür dayanışma tipi vardır: Benzerli­ğe dayalı mekanik dayanışma ve farklılaşmaya dayalı organik dayanışma. Mekanik dayanışma iş bölümünün en basit şekliyle uygulandığı ve fark­lılığın en az düzeyde yaşandığı bir dayanışmadır. Organik dayanışmanın olduğu toplumlarda ise iş bölümü ve toplumsal farklılaşma vardır.
Durkheim’m iş bölümünün işlemediği durumlann nedenlerini açıklama biçimi ve çözüm öneri­lerini özetlemek
Durkheim, tüm toplumsal olaylar gibi iş bölümü­nün de sağlıksız biçimleri olduğunu ileri sürmüş­tür. Olağan durumlarda iş bölümü dayanışmaya yol açsa da bazı durumlarda beklenmedik so­nuçlara neden olabilmektedir. Durkhiem’a göre üç tür sağlıksız durum söz konusudur: Birincisi kural dışı iş bölümü (anomik iş bölümü), ikinci­si zorlamaya dayalı iş bölümü ve üçüncüsü ise iyi örgütlenememiş iş bölümüdür. Kural dışı iş bölümü, bir toplumda insanlara ne yapmaları ge­rektiğini belirleyen kuralların eksik kalması ile bireyselliğin ön plana çıkması durumudur. Bu durum sanayi ya da ticaret yaşamındaki büyük iflas ve bunalım dönemlerinde görülmektedir. Zorlamaya dayalı iş bölümü, toplumun geniş bir alanındaki bireylerin yeteneklerine göre bir işe yerleştirilmemelerine ve isteksiz çalışmalarına da­yanır. Bunun sonucunda eksik ve sorunlu bir da­yanışma ortaya çıkar. İyi örgütlenmemiş iş bölü­mü ise işlerin farklı kişiler arasında iyi dağıtılma- masından ileri gelmektedir. Durkheim’e göre, in­sanlara neyi yapıp neyi yapmamaları gerektiğini söyleyen toplumsal örgütler olması lazımdır. Bu­nun en iyi örneği ise meslek örgütleridir. Meslek grupları, bireyle devlet arasında aracı olurlar çün­kü disiplini sağlamak için zorunlu olan toplum­sal ve ahlaki otoriteye sahiptirler.
Weber’in kapitalizm ve rasyonalite kavramlarını anlatmak
Rasyonelleşme ilkesi Weber’in tarih felsefesinin en temel ögesidir. Weber, rasyonellik kavramını daha çok kapitalist ekonomi etkinliğini ve bü­rokratik iktidar biçimini tanımlamak için kullan­mıştır. Kurumsal yapıların yükselişi ve çöküşü­nü, sınıfların, partilerin ve yöneticilerin iniş ve çı­kışlarını rasyonelleşme eğilimine bağlamıştır. Weber’e göre, rasyonelleşme kendini şu şekilde ifade etmektedir: Ekonomik girişimin üretim ye­ri olarak evden ayrılması; işletmenin harcamala­rının ve kârlarının hesaplanabilirliği; kapitalist iş­letmenin kârının mübadele yolu ile elde edilme­si; kapitalist işletmenin hür emeğe ihtiyaç duy­ması ve kapitalist işletmenin bürokratik organi­zasyonlara dönüşme eğiliminde olmasıdır. Diğer yanda, Weber rasyonalitenin sonuçları konusun­da tamamen iyimser de olmamıştır. Weber, kapi­talizmin gelişmesine karşı çıkmamış ve Marx’ın komünizm hakkındaki düşüncelerini ise ütopya olarak değerlendirmiştir. Weber, sadece üretim ilişkilerine bakarak toplumsal yapının analiz edil­mesine karşı çıkmıştır.
Weber’in bürokrasi, sınıf, statü ve parti kavram­larını açıklamak
 
Weber’e göre bürokrasi, her biri uzmanlaşmış bir işlevi yerine getiren çok sayıda birey arasındaki iş birliğinin sürekli örgütlenmesidir. Doğruluk, hız, kesinlik, dosya bilgisi, süreklilik, gizlilik, bir­lik, tam bağımlılık, sürtüşmenin ve maddi ve kişi­sel maliyetlerin azaltılması ise bürokratik bir yö­netimin en belirgin özellikleridir. Bürokraside her
görev ve sorumluluk, uzmanlık eğitimi görmüş ve sürekli pratik içinde bulunan memurlara veri­lir. Bürokrasi bir kez tam kurulduktan sonra artık ortadan kaldırılması çok zordur. Kitlelerin maddi geleceği giderek bürokrasinin doğru ve istikrarlı işleyişine bağlı hâle gelmektedir. Bürokrasi bün­yesinde çalışanlara emekleri karşılığında kuralla­ra göre belirlenmiş bir ücret ödenir. Bu ödeneği sağlamak için de bürokrasinin kendi kaynakları­nın olması gerekir. Weber, çağdaş bürokrasinin somut işleyiş özelliklerini şöyle sıralamıştır: Res­mî yetki alanları kurallar, yasalar ya da yönetme- liklerce düzenlenmiştir; denetimi sağlayan bir ast- üst ilişkisi vardır; bürokrasinin yönetimi yazılı bel­gelere dayanır, bu nedenle çok sayıda memur gö­revlendirilir, resmî bir görevi yürüten memur kad­rosuna daire, özel sektörde ise buna büro adı ve­rilir; daire ya da büro yönetimi çok iyi bir uzman­lık eğitimini gerektirir; daire ya da büro kurul­duktan sonra tam kapasite ile çalışması lazımdır ve iş yeri yönetimi belli bir istikrarı ve kapsamı olan, öğrenebilir genel kurallara bağlıdır. Bu ku­ralları bilmek çalışanların görevidir.
Weber, toplumsal yapıyı ve toplumsal eşitsizliği açıklamak için birkaç kavramdan faydalanmıştır. Bunlardan birincisi sosyal sınıflar, ikincisi statü, üçüncüsü ise partilerdir. Weber “mülkiyet” ve “mülksüzlük”ün bütün sınıf konumlarının temel kategorisi olduğu sonucuna varır. Bunları da po­zitif ayrıcalıklı ve negatif ayrıcalıklı sınıflar şek­linde alt kategorilere ayırır. Bunlara bir de orta sınıfı ekler. Ona göre, Marxist öğretinin tersine toplumların karmaşık bir yapısı vardır ve bunlar basit sınıf tanımlamalarıyla açıklanamaz. Weber’e göre, kapitalizme egemen olan şey, Marx’ın inan­dığı gibi sınıf savaşımı değil, bilim ve bürokrasi­nin büyük ölçekli örgütler geliştirmesiydi. Diğer yanda statü genellikle hayat şekli, eğitim, kalıtsal ya da mesleki prestij ile belirlenir. Statü grupları ile sınıf grupları aynı şeyi temsil etmez. Hem mülk sahipleri hem de mülksüzler aynı statü gru­buna mensup olabilirler. Sınıf tabakalaşması üre­tim ve mülkiyet ilişkilerine, statü tabakalaşması ise özel “hayat tarzlarının” temsil ettiği tüketim biçimlerine göre belirlenir. Meslek grubu da bir statü grubudur. Sınıflarla statü grupları arasında­ki farklılıklar sık sık örtüşür. Sınıflar ve statü grup­ları birbirlerini ve hukuk düzenini etkilerler ve karşılığında hukuk düzeni tarafından etkilenirler. Partiler ise güç ve iktidarla sınırlıdırlar. Partilerin yapısı her şeyden önce o topluluktaki egemenli­ğin yapısına göre belirlenir. Partiler sosyal gücün ele geçirilmesine yönelirken bütün sınıf ve statü sınırlarında faaliyet gösterirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder