2 Şubat 2013 Cumartesi

Çalışma ilişkileri tarihi 5. ünite özeti

Türkiye’de Tek Parti Döneminde çalışma ilişkileri:1920-1946
Türkiye’de 1920-1946 döneminde, çalışma iliş­kilerini kuşatan siyasal koşulları tartışmak.
Döneme sosyal ve siyasal açıdan damgasını vu­ran, tek parti yönetimi ve onun halkçılık ideolo­jisidir. “Dayanışmacı” bir sosyolojik anlayış üze­rinde yükselen halkçılık ideolojisi temelinde, top­lumsal sınıfların varlığı ile bunlar arasındaki sı­nıfsal çıkar farklılıkları ve mücadeleleri reddedi­liyor, toplumun farklı meslek gruplarının oluş­turduğu organik bir bütün olduğu savunuluyor­du. Bu savunu çerçevesinde, batıda olduğu gibi farklı sınıfların çıkarlarını temsil edecek çok sayı­da partiye de gerek yoktu ve Cumhuriyet Halk Partisi bütün toplumu temsil edebilirdi. Çok par­tili yaşama geçiş 1920’lerde ve 1930’da iki defa denenip, süreç başarısızlıkla sonuçlandıktan son­ra, tek parti yönetimi giderek katılaşmaya ve ke­mikleşmeye başladı. 1936 yılındaki Ceza Kanunu değişiklikleri ile cemiyetlerin kuruluşunda bir ön izin sistemi getirerek, başka siyasal partilerin ku­rulmasını engelleyen 1938 tarihli Cemiyetler Ka­nunu, bu sürecin önemli bileşenleri arasındadır. Bu ortamda, gelişmekte olan çalışma yaşamına ilişkin düzenlemeler de, dönemin siyasi ve ikti­sadi koşullarına uygun biçimde ve sınıfsal çıkar farklılığını reddeden halkçılık ilkesi doğrultusun­da yapıldı. îş Kanunu, bunun en önemli aracı olarak, siyasal yaşamdaki tek parti yönetimi ile iktisadi yaşamdaki devletçiliği, çalışma yaşamın­da yaptığı düzenlemelerle tamamladı.
Türkiye’de 1920-1946 döneminde, çalışma ilişkilerininin iktisadi temellerini açıklamak.

İktisadi açıdan değerlendirildiğinde, Cumhuri­yetin başlangıç dönemlerinde Türkiye tam bir tarım ülkesidir. Gerek GSMH, gerekse istihdam içerisinde tarım kesiminin payı büyüktür. İktisa­di yapının bir başka önemli özelliği ise gerek tarım, gerekse tarım-dışı kesimler itibariyle kü­çük üreticiliğin egemen olmasıdır. Bu koşullar­da, Cumhuriyetin başlarında olmazsa olmaz bir amaç olarak tanımlanan sanayileşme hedefine ulaşmak amacıyla, 1920’li yıllarda özel kesim, 1930’lu yıllarda ise devlet eliyle sanayileşme ça­bası içerisine girilmiş ve bu iktisadi yapının de­ğiştirilmesi için çaba gösterilmiştir. Özellikle devletçi dönemdeki girişimler sonucunda hem sanayi kesiminin büyüme hızında, hem de bu kesimin GSMH ile istihdam içerisindeki payında artışlar olmuştur. Bu iktisadi gelişmeler, çalışma ilişkileri alanındaki oluşumlar üzerinde etkili olacaktır.
Türkiye’de 1920-1946 döneminde, ücretlilerin nicel ve nitel varlığında meydana gelen gelişmeyi anlatmak.
Çalışma ilişkileri açısından değerlendirildiğinde, tarım kesiminde küçük arazi mülkiyetinin, sana­yi alanında ise el sanatları ve küçük imalathane­lerin başat olduğu bu yapının doğal sonucu ola­rak, işgücü içerisinde kendi hesabına çalışanlar ve ücretsiz aile işçileri ağırlıklı, buna karşılık üc­retliler azdı. Üstelik bu dönemde ücretliler, he­nüz kırsal kesimle bağlarını kopararak sürekli bir sanayi işçisine dönüşmemişlerdi ve büyük ölçü­de eğitimsiz ve niteliksizdiler. İşçi kesiminin ni­cel artış yanında nitelik ve süreklilik kazanması, zaman içerisinde ve tedrici olarak gerçekleşe­cektir. Özellikle devletçi dönemde sağlanan ge­lişmelerle işçi kesimi hem nicel açıdan gelişti, hem de sanayinin ihtiyaç duyduğu süreklilik, eği­tim ve vasıf özelliklerini zaman içerisinde edindi.
Türkiye’de 1920-1946 döneminde, ücretli kesimin çalışma ve yaşama koşullarım ifade etmek. Genel çizgileriyle, gerçek ücretler 1934’e kadar artarken, 1934-1936 döneminde düşüş gösterdi.
2.  Dünya Savaşı’mn etkilerinin hissedilmeye baş­landığı 1939’dan sonra ise 1944-1945 yıllarına kadar süren bir gerileme sürecine girilmekte, gerçek ücretler yarı yarıya düşmektedir. Gerçek ücretler bundan sonra tedrici bir artış göster­mekle birlikte, 1950 yılına gelindiğinde bile, Sa­vaş yıllarının getirdiği kayıplar henüz telafi edi­lebilmiş değildir. Ücretlerdeki gelişmenin, GSMH’daki değişmelerle de aynı doğrultuda ol­duğu gözlenmektedir. Kamu kesiminde çalışan­lar açısından bakıldığında da benzer gelişimler olduğunu, ancak işçi ücretlerinin memur maaş­larına göre daha avantajlı durumda olduğunu görülmektedir. Kamu kesimi işçileri, özel kesi­me göre de daha yüksek ücret geliri elde edi-

yorlar. Buna karşılık, hem kamuda, hem de özel kesimde kadın ve çocuk işçi ücretleri erkeklere göre daha düşük düzeyde. Ücret dışındaki diğer çalışma koşulları açısından bakıldığında ise İK’nun çalışma sürelerine ilişkin belirlemelerine sıklıkla uyulmadığı gözleniyor. Çalışma yaşı açı­sından bakıldığında da, gözlemler, yasalardaki yetersiz düzenlemelerin dahi ciddi ölçüde ihlal edildiğini, minimum yaş hadlerine ilişkin sınırla­maların aşıldığını ortaya koyuyor. İK başta ol­mak üzere birçok yasanın koruyucu hükümleri şu ya da bu ölçüde uygulamaya aktarılamazken, bunlar arasında işçi sağlığı ve iş güvenliği konu­sunun başta geldiği de gözleniyor.
 Türkiye’de 1920-1946 döneminde, çalışma iliş­kilerinin hukuksal çerçevesini değerlendirmek.
Dönem içerisinde, çalışma ilişkileri alanının ge- lişmemişliğine koşut olarak, alana yönelik yasa­laştırma çabaları da sınırlı ve “sosyal koruma” düzeyi itibariyle düşük oldu. Çıkarılan yasalar ya belirli bölgelerle sınırlıydılar, ya da dolaylı bir karakter taşıyorlardı ve çalışma ilişkilerini kuşa­tan bütüncül bir düzenleme yoktu. Ancak, za­man içerisinde, sınırlı da olsa, bireysel çalışma ilişkileri alanında işçileri koruyucu hukuksal dü­zenlemeler yapıldı. Nihayet İş Kanunu ile hem bireysel, hem de toplu iş ilişkileri alanında bü­tüncül düzenlemeler getirildi. Yasanın düzenle­meleri bireysel çalışma ilişkileri alanında koruyu­cu, buna karşılık toplu iş ilişkileri alanında ise otoriter karakterliydi. Yasanın grev-lokavt yasağı ve iş uyuşmazlıklarının çözümünde getirdiği zo­runlu tahkim sistemi bunun belli başlı öğeleridir. Cemiyetler Kanunu da sınıf esasına veya adına dayanan dernek kurma yasağıyla sendikaları ya­saklayarak, bu otoriter sistemi tamamladı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder