Türkiye’de Tek Parti Döneminde çalışma ilişkileri:1920-1946
Türkiye’de 1920-1946 döneminde, çalışma ilişkilerini kuşatan siyasal koşulları tartışmak.
Döneme sosyal ve siyasal açıdan damgasını vuran, tek parti yönetimi ve onun halkçılık ideolojisidir. “Dayanışmacı” bir sosyolojik anlayış üzerinde yükselen halkçılık ideolojisi temelinde, toplumsal sınıfların varlığı ile bunlar arasındaki sınıfsal çıkar farklılıkları ve mücadeleleri reddediliyor, toplumun farklı meslek gruplarının oluşturduğu organik bir bütün olduğu savunuluyordu. Bu savunu çerçevesinde, batıda olduğu gibi farklı sınıfların çıkarlarını temsil edecek çok sayıda partiye de gerek yoktu ve Cumhuriyet Halk Partisi bütün toplumu temsil edebilirdi. Çok partili yaşama geçiş 1920’lerde ve 1930’da iki defa denenip, süreç başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, tek parti yönetimi giderek katılaşmaya ve kemikleşmeye başladı. 1936 yılındaki Ceza Kanunu değişiklikleri ile cemiyetlerin kuruluşunda bir ön izin sistemi getirerek, başka siyasal partilerin kurulmasını engelleyen 1938 tarihli Cemiyetler Kanunu, bu sürecin önemli bileşenleri arasındadır. Bu ortamda, gelişmekte olan çalışma yaşamına ilişkin düzenlemeler de, dönemin siyasi ve iktisadi koşullarına uygun biçimde ve sınıfsal çıkar farklılığını reddeden halkçılık ilkesi doğrultusunda yapıldı. îş Kanunu, bunun en önemli aracı olarak, siyasal yaşamdaki tek parti yönetimi ile iktisadi yaşamdaki devletçiliği, çalışma yaşamında yaptığı düzenlemelerle tamamladı.
Türkiye’de 1920-1946 döneminde, çalışma ilişkilerininin iktisadi temellerini açıklamak.
İktisadi açıdan değerlendirildiğinde, Cumhuriyetin başlangıç dönemlerinde Türkiye tam bir tarım ülkesidir. Gerek GSMH, gerekse istihdam içerisinde tarım kesiminin payı büyüktür. İktisadi yapının bir başka önemli özelliği ise gerek tarım, gerekse tarım-dışı kesimler itibariyle küçük üreticiliğin egemen olmasıdır. Bu koşullarda, Cumhuriyetin başlarında olmazsa olmaz bir amaç olarak tanımlanan sanayileşme hedefine ulaşmak amacıyla, 1920’li yıllarda özel kesim, 1930’lu yıllarda ise devlet eliyle sanayileşme çabası içerisine girilmiş ve bu iktisadi yapının değiştirilmesi için çaba gösterilmiştir. Özellikle devletçi dönemdeki girişimler sonucunda hem sanayi kesiminin büyüme hızında, hem de bu kesimin GSMH ile istihdam içerisindeki payında artışlar olmuştur. Bu iktisadi gelişmeler, çalışma ilişkileri alanındaki oluşumlar üzerinde etkili olacaktır.
Türkiye’de 1920-1946 döneminde, ücretlilerin nicel ve nitel varlığında meydana gelen gelişmeyi anlatmak.
Çalışma ilişkileri açısından değerlendirildiğinde, tarım kesiminde küçük arazi mülkiyetinin, sanayi alanında ise el sanatları ve küçük imalathanelerin başat olduğu bu yapının doğal sonucu olarak, işgücü içerisinde kendi hesabına çalışanlar ve ücretsiz aile işçileri ağırlıklı, buna karşılık ücretliler azdı. Üstelik bu dönemde ücretliler, henüz kırsal kesimle bağlarını kopararak sürekli bir sanayi işçisine dönüşmemişlerdi ve büyük ölçüde eğitimsiz ve niteliksizdiler. İşçi kesiminin nicel artış yanında nitelik ve süreklilik kazanması, zaman içerisinde ve tedrici olarak gerçekleşecektir. Özellikle devletçi dönemde sağlanan gelişmelerle işçi kesimi hem nicel açıdan gelişti, hem de sanayinin ihtiyaç duyduğu süreklilik, eğitim ve vasıf özelliklerini zaman içerisinde edindi.
Türkiye’de 1920-1946 döneminde, ücretli kesimin çalışma ve yaşama koşullarım ifade etmek. Genel çizgileriyle, gerçek ücretler 1934’e kadar artarken, 1934-1936 döneminde düşüş gösterdi.
2. Dünya Savaşı’mn etkilerinin hissedilmeye başlandığı 1939’dan sonra ise 1944-1945 yıllarına kadar süren bir gerileme sürecine girilmekte, gerçek ücretler yarı yarıya düşmektedir. Gerçek ücretler bundan sonra tedrici bir artış göstermekle birlikte, 1950 yılına gelindiğinde bile, Savaş yıllarının getirdiği kayıplar henüz telafi edilebilmiş değildir. Ücretlerdeki gelişmenin, GSMH’daki değişmelerle de aynı doğrultuda olduğu gözlenmektedir. Kamu kesiminde çalışanlar açısından bakıldığında da benzer gelişimler olduğunu, ancak işçi ücretlerinin memur maaşlarına göre daha avantajlı durumda olduğunu görülmektedir. Kamu kesimi işçileri, özel kesime göre de daha yüksek ücret geliri elde edi-
yorlar. Buna karşılık, hem kamuda, hem de özel kesimde kadın ve çocuk işçi ücretleri erkeklere göre daha düşük düzeyde. Ücret dışındaki diğer çalışma koşulları açısından bakıldığında ise İK’nun çalışma sürelerine ilişkin belirlemelerine sıklıkla uyulmadığı gözleniyor. Çalışma yaşı açısından bakıldığında da, gözlemler, yasalardaki yetersiz düzenlemelerin dahi ciddi ölçüde ihlal edildiğini, minimum yaş hadlerine ilişkin sınırlamaların aşıldığını ortaya koyuyor. İK başta olmak üzere birçok yasanın koruyucu hükümleri şu ya da bu ölçüde uygulamaya aktarılamazken, bunlar arasında işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun başta geldiği de gözleniyor.
Türkiye’de 1920-1946 döneminde, çalışma ilişkilerinin hukuksal çerçevesini değerlendirmek.
Dönem içerisinde, çalışma ilişkileri alanının ge- lişmemişliğine koşut olarak, alana yönelik yasalaştırma çabaları da sınırlı ve “sosyal koruma” düzeyi itibariyle düşük oldu. Çıkarılan yasalar ya belirli bölgelerle sınırlıydılar, ya da dolaylı bir karakter taşıyorlardı ve çalışma ilişkilerini kuşatan bütüncül bir düzenleme yoktu. Ancak, zaman içerisinde, sınırlı da olsa, bireysel çalışma ilişkileri alanında işçileri koruyucu hukuksal düzenlemeler yapıldı. Nihayet İş Kanunu ile hem bireysel, hem de toplu iş ilişkileri alanında bütüncül düzenlemeler getirildi. Yasanın düzenlemeleri bireysel çalışma ilişkileri alanında koruyucu, buna karşılık toplu iş ilişkileri alanında ise otoriter karakterliydi. Yasanın grev-lokavt yasağı ve iş uyuşmazlıklarının çözümünde getirdiği zorunlu tahkim sistemi bunun belli başlı öğeleridir. Cemiyetler Kanunu da sınıf esasına veya adına dayanan dernek kurma yasağıyla sendikaları yasaklayarak, bu otoriter sistemi tamamladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder